Kurumsal İşletmeler

Kurumsallaşma

Toplumda iş arayanların tercih ettiği, iş sahiplerinin gururlandığı bir terimdir “kurumsal” sıfatı. Kurumsal firmada çalışmak, işgören açısından bir nevi iş garantisidir, huzurdur, sosyal hakların tam olmasıdır. İşveren açısından ise kurumsal bir firmaya sahip olmak büyüklüktür, rahatlıktır, serbestliktir. Herkesin peşinde koştuğu, tercih ettiği ancak bir türlü bulunamayan kurumsal işletme nedir diye tartışalım dedik.

Madem çok aranan, çok tercih edilen bir nitelik, o zaman bir farkı olmalı diye düşündük. Bildiklerimizden, öğrendiklerimizden bir kurum tarifi yapmaya çalıştık.

Kurumsallaşma, ya da kurumsallık, “kurum” tanımını taşımasını beklediğiniz işlevsel organizasyonun bir organizma haline gelmesi sürecidir. Organizma, bildiğimiz gibi farklı işlevlerde uzmanlaşmış organlardan oluşur. Bu organların işlevlerine göre bir dili, aralarında bir haberleşme pratiği siz deyin ki refleksi vardır.

İşletmeler, en üstte bir nihai hedef için kurulur ve idame olunurlar. Bu hedef elbette “para kazanmak” değildir. Hedef işi iyi yapmaktır, işletmenin kurulduğu amacı tam yerine getirmektir. Eğer işletme o işi iyi yapar ve hedeflenen boşluğu iyi kapatır, hedeflenen amaca tam ulaşırsa, planlanan kadar gelir zaten elde edilir.

Bu farklılığı başka bir örnekle açıklamak gerekirse, hepimiz kendimize bir eş seçiyor, evleniyor, mutlu bir yuva kuruyoruz veya kurmaya çalışıyoruz. Ancak burada hedefimiz “eş” bulmak ya da eşe ulaşmak ise mutlu yuva hayalinin gerçekleşmeme ihtimali olacaktır. Oysa hedefimiz mutlu bir yuva ise, eşin kendisi değil, eş ile geçirdiğimiz sürede hissettiklerimizin daha önemli olduğu ayrımını yapabiliriz.  Yani işletme elbette para kazandıracaktır, ancak bunun için parayı değil, işletmenin kurulma amacına en verimli şekilde ulaşmayı amaç edinmek gerekmektedir.  Zaten önemli olan da, işletmenin tüm işlevlerinin, tanımlanmış hedefine doğru tam uyum ile ilerlemesi ve bunun için gerekli koordinasyonun yürütülmesidir.

İşletmenin Verimi

İşletmeler farklı işlevler için farklı birimler, müdürlükler ya da bireyler barındırırlar. En nihayetinde ise işletmenin verimi, bünyesinde yer alan işlevsel birimlerin verimlerinin toplamıdır.  Birimlerin verimi yani bilindik adı ile performansı izlenebilen, tanımlanabilen bir niteliktir. Bir birimin performans kriterini eğer tam olarak kafanızda canlandıramadı iseniz, sadece kendinize “bu birim neyi kötü yaparsa işletme açısından kötü sonuçları olur” diye düşünmeniz size doğru yere götürecektir.

İşletmenin işlevlerini anlatırken aslında birbirini destekleyen ve bir daire üzerinde yer alan kutucuklardan bahsediyor olacağız. Bu kutucukların her biri adeta bir zincirin halkaları gibi birbirine geçmiş durumdadır. Nasıl zincirin dayanma gücü bu halkalardan en zayıf olanınki kadar ise, işletmelerde de görülecek ki en zayıf işlev, en sorunlu yeri oluşturacaktır.

Okurlarımızın aklına hemen küçük firmaların kurumsal olamayacağı gelebilir. KOBİ’ler de kurum olabilirler. İşletmenin tüm işlevlerini içinde barındırmasına gerek yoktur. Zaten hemen tüm işletmelerimiz ya muhasebe, ya temizlik gibi işlevleri hali hazırda dışarıdan almaktadırlar. Dışarıdan alınan bu işlevler de kurumun özelliklerine has yürütülmektedir.

İşletmelerin temel işlevlerini, üniversite kitaplarında olduğu gibi açıklamak en kolayı olurdu. Ancak o tanımlar bize yardımcı olsaydı, bugün ülkemiz ve tüm dünya çok başarılı işletmeler ile dolu olmalıydı. Ancak biz tecrübelerimiz, öğrendiklerimiz ve gördüklerimiz doğrultusunda daha ülkemize uygun bir tarif yolu seçmeyi yeğledik. Bu köşemizde bu ve sonraki sayılarda sizinle paylaşıyor olacağız.

İyi Zincirin Özellikleri

İşletmenin öncelikle olmazsa olmazı, doğru hedef tanımlamasıdır. Bu zincirin halkası değil belki ama zincirin var olma sebebi diye nitelenebilir. İşletmenin tüm çalışanları o işletmenin neden var olduğunu (modern ifade ile vizyonu ve misyonunu) bilmeli, hatta ötesinde benimsemelidir. Çünkü daha sonra anlatacağımız üzere bireyin kendisini o işletmenin bir üyesi hissetmesinin ve işletme için faydalı olabilmesinin en iyi yolu, kendisinin de o işletmedeki varlık sebebi ile işletmenin varlık sebebini örtüştürmesidir. Zincirin varlık nedeni, onun ne kadar uzun ya da kısa, kalın ya da ince olacağının sebebidir.

Burada ne yazarsak yazalım, insani nitelikleri ve işletmenin insan yönünü her halkada ele almadan o zincirin gerçek niteliğini tanımlamış olamayız. Zincir nasıl onu oluşturan çeliğin özelliklerine sahipse (yumuşak, sert, kırılgan vb), işletme de onu oluşturan insan malzemesinin özelliklerinden oluşmaktadır.

Halkalar arasındaki bağı da halkalara geçmeden önce muhakkak ele almak gereklidir. Halkalar birbirine iyi bağlı değilse, birileri arasında iletişim doğru kurulmamış ve yönetilmiyor ise, halkalar birbirine sürtünür, ısınır ve aşınır. İşletmelerde de bireyler ve birimler birbiri ile doğru ve zamanında iletişim yolları geliştirememiş ise arada sürtüşmeler, yanlış anlamalar, kızgınlıklar ve küskünlükler oluşur. Eğer bunu “iki kişinin arasındaki problem” diye görürsek, aslında eninde sonunda yıpranan işletme olacaktır.

Bu ayki yazımızda işletmemizin zincirle olan benzerliğini tanımladık. Devamında işletmemizin her bir halkasını biz oluşturuyoruz, sürekliliğini sağlıyoruz. İşletme içinde burada sayılan iki hususa dikkat ve enerji harcanması, işletmemizin kalıcı ve karlı olması için en önemli hususlardan biridir. Daha sonraki yazılarımızda da göstereceğiz ki işletme kalıcı ise, karlılığı ve verimi giderek artma eğiliminde olacaktır. Tabiî ki zaman içinde romatizmal hastalıklara mahal verilmezse.

Sermaye Halkası

Zincirin ilk inceleyeceğimiz halkası işletmenin kurucusu, riski gördüğü halde üstlenen ve ilk işletme sermayesini ortaya koyan kişi ya da kişiler, yani sermayedarlardır. Yukarıda verdiğimiz örnekteki gibi, eğer bu sermayedarlar, sadece şirketimiz olsun diye kurmadılar ise, işletmenin bir kuruluş gayesi vardır. Bu gaye pazardaki bir boşluğu, bir ihtiyacı gidermek, kısaca değer yaratarak, yaratılan bu değer üzerinden işletmeye gelir elde etmektir. İşletme kurulurken yaratabileceği değerin miktarı aslında bellidir. Yani işletmenin sermayedarları, sermayeyi koyarken ne kadar kazanacakları ile ilgili bir hesap ve plan yapmışlardır. Genelde ülkemizde bu hesap tam olarak yapılmadan atlansa ya da “ekmek parası” meblağı olarak tanımlansa da bir şekilde bellidir. En azından hitap edilen pazarın bir büyüklüğü vardır. Bu büyüklük içinden alınacak pay, işletmenin kuruluş hedefidir. Örneğin bir mahallede fırın açacak olsak, o mahallede yaşayan ve gelip geçen kişi sayısını takribi bilebiliriz. Kişi başı ekmek tüketimini de tahmin edebiliyorsak satış rakamımızı ve ortalama gelir beklentimizi oluşturabiliriz. İşletmenin başarılı yada verimli olacağı nokta, işte bu hedef satışın yakalandığı noktadır.

Sermayedarın başarısı ise, koyduğu para ile elde ettiği gelirin oranı değildir. Bu elbette bir başarıdır ama o sermayeyi belli bir gelir elde etmek için riske atmıştı. Eğer daha fazlasını kazandıysa, pazara ilişkin yanlış tahmin etmiş olduğunu düşünebilirsiniz. Sermayedarın başarısı, ya da sermayenin verimi, planlanan gelirin planlandığı zamanda, büyüklükte ve planlandığı süre boyunca gerçekleşmesidir. Daha başka bir açıdan söylemek gerekirse, sermayenin verimi, birim hisse değerinin artış oranıdır. Sermayedar, işletmeden maaş beklentisi olan değil, sahip olduğu hisselerin değerini artırmaya çalışan kişidir. İşletmeden maaş beklentisi olan kişiye burada işgören diyeceğiz. Sermayedar elbette aynı anda iki rolde de olabilir. Ama her iki rolü de doğru tanımlamaz ya da karıştırırsak, sonuçta bu formülü oluşturamayız.

Önümüzdeki sayıda ikinci halkadan yani pazarlamadan bahsedeceğiz. 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir